“Hep mutlu olsun istersin, kırılmasın, ağlamasın. Sakınırsın, zarar görsün istemezsin. O, mutlu olunca sen de sevinirsin sebebini bilmeden. Üzüntüsünü paylaşırsın hiç bıkmadan.”
Yaşamda gerçek dostlarımız için hep böyle düşünürüz. Onların dertleri ile üzülür sevinçlerini ile mutlu oluruz. Bu duygu her insanın yüreğinde var olan bir olgudur. Kimimizde bu duygular çok aşırı derecede ön plana çıkar. İnci Kıray kızımızda olduğu gibi. Ayrılıklar olmasa yaşamın değeri de anlaşılmaz zaten.
Ayrılıklar yakar bilirim alev almış bir dal parçası gibi. Önce tutuşur, kora döner, kül olur ve sonra savrulur gider. Hangimiz yaşamıyor ve hangimiz bu acıyı tatmıyoruz ki hayatta? Önce dedelerimiz ve ninelerimizle başlıyor bu ölümün ayırdığı ayrılıklar. Sonra analar babalar amcalar ve diğerleri. Zaman zaman beklenmeyen ayrılıklar çalıyor ansızın kapımızı.
İşte bütün bunlar hayatın gerçekleri. 08 Aralık 1984 yılı canımın içi, doyamadığım, kıyamadığım ilk kızımı, hasretiyle yandığım memleketim topraklarında bir kazaya kurban verdim.
Dayanır mı yürekler? Dayanıyor işte.
Ve şöyle noktalamış inci kızımız yazısını…
“Kimler gelip kimler gitmemişti ki dünyadan… Hepimiz gidecektik elbet. Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovaladı. Ben onsuz da yaşayabileceğimi öğrendim...
Ve hayatın o olmasa da devam ettiğini…”
Onun için devam eden yaşamımızda bu acımasız dünyada yapacağımız tek şey var. Her acıya karşı çelik gibi dayanıklı yüreklerimizde sevginin daima var olması ve dostluk tohumlarının tükenmemesidir.
Yaşadığım sürece bu sevgi ve dostluk tohumlarını Aşık Veysel’in söylediği gibi o sadık yarimiz kara topraklara atalım. Hırcın rüzgarlara bırakalım dağılsın kök salsın yaşamın var olduğu her yere. İnci taneleri asla ve asla eksilmesin hiç.
Çünkü hayat sevince güzel.
Çünkü yaşam paylaşılırsa anlamlı.
Evet değerli okurlarım bu yazıda da olduğu gibi başlayan Mübarek Ramazan ayında sevgi ve dostluktan uzaklaşmadan, sevgi adına hareket edelim. Yaratandan ötürü sevelim her şeyi.